Kılıç: Tarikatlar FETÖ’nün boşalttığı yerleri ele geçirmeye çalışıyor
İlahiyatçı yazar ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Cemil Kılıç, Diyanet’in Mustafa Kemal Atatürk aleyhindeki hutbesini ve muhalefet parti liderleriyle görüşmesini eleştirmesi nedeniyle 13 Aralık 2022’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ihraç edildi.
Devlet kurumlarında tarikat örgütüne mensup olan Kılıç, “Üniversitelerden orduya, Milli Eğitim Bakanlığından Sağlık Bakanlığına, emniyetten yargıya kadar örgütlü tarikatlar, devleti ele geçirmek için mücadele ediyor. başta FETÖ’nün boşalttığı devlet kurumları.”
‘BU CİMLER ARASINDAKİ BİR GÜÇ SAVAŞI’
Cumhuriyet’ten Can Uğur, iktidarın halkla girdiği savaşın güçlendiği tarikatların Türk toplumunu nasıl etkilediğini Kılıç’a anlattı.
Türkiye’deki tarikat örgütlerinin taban bulma noktasındaki durumu nedir?
Yüz binlerce mensubu olan tarikatlar var, çok önemli dayanakları var. Üniversitelerden orduya, Milli Eğitim Bakanlığından Sağlık Bakanlığına, emniyetten yargıya kadar örgütlü tarikatlar, FETÖ’nün boşalttığı devlet kurumlarına el koymaya çalışıyor. Toplumun büyük bir bölümünde mezheplere ve çeşitli dini kuruluşlara karşı çok önemli bir tepki olduğunu gözlemliyoruz. Bu anlamda 15 Temmuz girişiminden sonra dini yapıların toplumda sempati ve sempati açısından büyük bir erozyona uğradığı sosyolojik bir gerçektir. Söz konusu yapılarda peş peşe yaşanan taciz ve tecavüz olaylarının da bu gerçeği pekiştirdiğini görmekteyiz.
Mezheplerin teşkilatlanmasında gücün payı nedir?
Güç, kültlerle iç içedir. Onlardan farklı ve bağımsız hareket etmesi neredeyse imkansızdır. İktidar partisinin ekiplerinin değerli bir kısmı tarikat üyelerinden oluşuyor. Bu sebeple tarikatların kamuda örgütlenmesinin doğrudan devlet tarafından sağlandığını biliyoruz. Kamu ekipleri mezhepler arasında bölünmüştür. Bazen bu paylaşımda çakışmalar olabiliyor. Kamu teşkilatı bağlamında mezhepler arasında bir güç mücadelesi söz konusudur.
“SAVUNMA SİTLERİ TARİHİN AKIŞINI TERSİNE ÇALIŞMAKTIR”
Tarikatlara ‘bu toprakların değerleri’ diyenler var, ne dersiniz?
Tarikatlar tarihsel anlamda bir bedel olarak görülse de modern yaşam açısından tüm olumlu işlevlerini yitirmiş ve 19. yüzyıldan itibaren çürümüş, çürümüş ve yozlaşmış yapılardır. Tarihi görevlerini tamamlamış, tarihin tozlu sayfalarının ortasında terk edilmesi gereken zamansız yapılardır. Mezhepleri ‘değer’ olarak görmek, insan hakları, demokrasi, laiklik, akıl, bilim ve cumhuriyet gibi çağdaş değerleri reddetmekle sonuçlanıyor. Mezhepleri savunmak, tarihin akışını tersine çevirmeye çalışmaktır. Bu da insan aklının ve toplumun evrimini birbirinden ayıran dini ve dini değerlerin yeniden inşa sürecini baltalamak içindir.
Sınır dışı edilme sürecinizdeki ana faktör neydi?
23 yıl kamuda görev yaptım ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsurlarına olan bağlılığımdan taviz vermedim. Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri verdim. Müfredat çerçevesinde öğrencilerime inançları öğretirken akla, bilime, insanlığın hukuki evrimine ve tüm çağdaş bedellere yön verdim. Hurafelere, bid’atlara, mucize ve mucizelere, din ve mezhep ayrımına karşı çıktım. Bu tavrım ve çalışmalarım, sapkın mezheplerin, hakim din çevrelerinin, gerici ve partizan basının tepkisine neden oldu. Karalama ve karalama kampanyaları başlatıldı. İfadelerim ve ifadelerim ahlaksızca çarpıtılmıştı. Onuruma karşı suikastlar yapıldı. Bazı dini terör örgütleri tarafından medya aracılığıyla tehdit edildim. Yolda birkaç kez tanımadığım insanlar tarafından önümde durduruldum. Tehdit dolu sözlerle doldum.
Bütün bunlar karşısında Milli Eğitim Bakanlığı benden, güvenliğimden ve haklarımdan yana tavır almalıydı ama saldırganların istekleri doğrultusunda hareket ederek hakkımda hukuka aykırı soruşturmalar açtı. Aldığım çeşitli cezalar adım adım ilerletildi ve en üst noktaya taşındı. Süreç ne yazık ki kamu hizmetinden ihraç edilmemle sonuçlandı.
‘BIAT, bireyi kişiliksizleştiriyor’
Hakkınızda yürütülen sürece yönelik eleştirileriniz nelerdi?
Görevden alınmam için Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları hukuki dayanağı olmayan üç ilişki gösterdi: Kemal Kılıçdaroğlu Bey ile görüşerek kitabım Muhammedi İslam’ı kendisine teklif ettim ve ayrıca Meral Akşener Hanım ile görüşerek kendilerine kitap hediye ettim. Sayın Ekrem İmamoğlu ve Sayın Mansur Yavaş. kitabımı sunar gibi siyasete girmek.
Diyanet’in Atatürk’e karşı tutumunu ve İslam’a karşı fetva niteliğindeki bazı yanlış açıklamalarını eleştirdiğim için, ayrıca devletin ve Diyanet’in tarikatları koruduğu ve gözetlediği açıklamalar yaptığım için devletin kurumlarını küçük düşürmek.
Demografik işgal hareketi olarak gördüğüm yanlış mülteci politikasını ve Cumhuriyetimizin dayandığı milliyetçilik unsuruna aykırı sözleri eleştirirken cumhurbaşkanının prestijini baltalamak.
Ancak çalışma ve açıklamalarımı Sendikalar Kanunu’nun tanıdığı haklar çerçevesinde yaptım. Çünkü 2006 yılından itibaren Eğitim İş Sendikası’nın çeşitli kademelerinde yöneticilik yapmaktayım. Yaptığım çalışmalar ve açıklamalar, yazdığım kitap ve makaleler mesleğimin ve ilahiyatçı kimliğimin gereğidir. Niyet ve kanaat açıklama özgürlüğü anayasal bir haktır ve bu hakkın kullanılmasının suç sayılmasının ulusal ve kozmik hukuk açısından hiçbir dayanağı yoktur.
Tarikatların insan ilişkilerine bakışı nasıldır, sizce demokratik bir usulleri var mı?
Tarikat yapılanmasında pırasa bir itaat sözüdür. Bağlılık dediğimiz şey budur. Sadakat, bireyi kişiliksizleştirir. Bağlılığın olduğu yerde sorgulamak ve özgür irade imkansızdır. Bunların olmadığı bir yapıda demokrasiden, demokratik tavırdan söz edilemez.
“LAİKLİĞİN OLMADIĞI YERDE DİNİ GRUPLARIN ÇATIŞMASI ÖNEMLİDİR”
Laiklik kavramı mezhepler tarafından ‘din düşmanı’ olarak tanımlanıyor, sizce öyle mi?
laiklik; eğitimde, yönetimde ve sosyal hayatta aklı ve bilimi esas almak, gücü din adamlarından alıp halka vermektir. Yani laikliğin, din adamlarının, mollaların gücüne karşı çıkmak, dini bir egemenlik kaynağı olarak görmeyi reddetmektir. Nitekim bazılarına sürpriz gelse de Hz. Muhammed de 7. yüzyılda Mekke’deki müşrik rahiplerin siyasî otoritesini reddetmiş ve ‘la ilahe illallah’ sloganıyla insanda ve toplumda içkin Tanrı anlayışıyla egemenliği halkın eline geçirmiştir. Sonraki dönemde bu anlayıştan vazgeçilerek egemenlik yeniden din adamlarına devredilmiştir. Bu arada halifelerin daha çok din adamı vasfına sahip olduklarını unutmamak gerekir.
Öte yandan laiklik, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğüdür. Bu, doğal olarak aksini düşünme hakkını da içerir. Laikliği dinsiz göstermek isteyenler, aslında herkesi kendileri gibi inandırmak ve yaşamak isteyenlerdir. Bunun İslam’ın en temel ilkelerinden biri olan ‘Dinde zorlama yoktur’ ilkesine tamamen aykırı olduğu ortaya çıktı. Laiklik, aksi takdirde inanana karşı mümini koruyan bir anlayıştır. Laikliğin olmadığı yerde dinî grupların birbiriyle çatışması, hatta kavga etmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda laiklik, farklı din ve mezhep mensuplarının bire bir toplum içinde barış içinde yaşayabilmesinin de teminatıdır.
CEMİL KILIÇ KİMDİR?
1975 yılında İstanbul’da doğan Kılıç, ilköğrenimini Sinop ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul Küçükköy İmam Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat ve İslam İdeolojisi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji Anabilim Dalı’nda tamamladı. Kılıç, Atatürkçü Fikir Derneği ve Eğitim İş Sendikası gibi birçok demokratik kitle örgütünün çalışmalarına katıldı ve yöneticilik yaptı.